Scooter: % 100 Türk markası
Bugün Türkiye’de su geçirmez yani ‘Watertight’ ayakkabı denilince akla gelen özellikle bir isim var: Scooter. Pek çok kişi yabancı menşeili sansa da Scooter yüzde 100 Türk markası. Hem de gerçek bir başarı öyküsü sonucunda doğan, markalaşma hedefine giden yolu en doğru şekilde çizerek amacına ulaşan bir marka. Markanın kendisi değil ama ismi ‘yabancı kökenli’. Uzakdoğu’daki motosikletlerle özdeşleşmiş olan ‘Scooter’ların hızıyla yarışırcasına Türkiye pazarında günlük, rahat ve spor tarzda ayakkabı segmentinde adını duyuran bu markanın hikayesinin başrolünde ise Fikret Şerafettinoğlu var.
18 yaşında üniversiteyi kazanarak Gaziantep’ten İstanbul’a gelen, öğrenciyken dayısının yanında iş hayatına atılan Şerafettinoğlu, edindiği tecrübenin ardından kendi firmasını kurdu. Başta ihracat ağırlıklı çalışırken, daha sonra iç piyasaya yönelen Macro Ayakkabıcılık Otelcilik Tur. San. Tic. AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Fikret Şerafettinoğlu, bu süreçte markalaşmaya odaklandı. Fikret Şerafettinoğlu, ‘Scooter’la gelen başarı hikayelerini ve yeni projelerini anlattı.
Sektöre çok genç yaşta adım atmışsınız…
Evet, 1978 yılında 18 yaşındayken üniversiteyi kazanıp Gaziantep’ten İstanbul’a geldim. Üniversitede okurken, bir yandan da İstanbul’da iş yeri bulunan dayımın yanında çalışmaya başladım. Böylece iş hayatına da girmiş oldum. Tabi bu çalışma staj gibiydi. Okul bitince dayımla beraber işi götürmeye başladık. Küçük bir şirket kurmuştuk.Sonra bu şirket büyüdü, büyüdü… Bugün uluslar arası standartta bir şirket haline geldi. Tabi şirket büyüdükçe içinden başka şirketler çıkması, branşlaşmalar olması kaçınılmaz oldu.
Nasıl bir branşlaşma yaşandı?
İlk şirkette ayakkabının sadece tabanını yapıyorduk. Ancak taban yapabilmek için önce ayakkabıyı bilmek gerekir. Dolayısıyla ayakkabı üzerine de çok detaylı araştırmalarımız, Ar-Ge çalışmalarımız oluyordu. Böylece ayakkabı konusundaki bilgilerimiz genişliyordu. 1984 yılında yine aynı şirketin bünyesinde ayakkabı imalatına girdik. Bir tarafta ayakkabı, bir tarafta taban üretimi gelişti. Ardından ayakkabı ve taban şirketi ayrıldı, biz ayakkabıyı aldık.
Bu şirkette üretime ilk adımı nasıl attınız?
Üretime ilk olarak Almanya’ya bebe ve çocuk ayakkabısı ihracatıyla adım attık. Bebe ayakkabısı bize çok şeyler öğretti. Çünkü çok hassas üretim gerektiren bir ayakkabı grubu. Ayağın gelişimi açısından çok önemli. Özellikle Almanya gibi bir ülkeye bu konuda kendinizi kabul ettirmek çok zor. Almanya ile çalışmak bize bir takım şeyler öğretti. Sonra işi bir adım daha ileriye götürdük, Rusya pazarı açıldı. Bu pazar açılınca buraya büyük miktarlarda ayakkabı satma yönüne gittik. Rusya ile çalıştığımız dönemde yüzde 90 oranında ihracat yapıyorduk. Ardından 1996’da Rusya krizi yaşandı. Bu süreçte biz iç piyasaya yönelme kararı aldık. İç piyasaya yönelirken markalaşmanın önemli olduğuna karar verdik.
Markalaşma çalışmalarınız bu süreçte mi başladı?
Biz aslında 1993 yılında markalaşma ve iç piyasaya girmenin temellerini atmıştık. 1993’te Scooter adını tescil ettirdik, 1995’te de kullanmaya başladık. Dediğim gibi iç piyasaya yönelirken markalaşmanın önemli olduğunu düşündük. Çünkü o zaman kadar Türkiye’nin lokomotif sektörü tekstil. Tekstil kendi içinde markalar üretmiş, mağazalar açmış. Bu sektör, önümüzde örnek olarak duruyordu. Ama ayakabbıda markalaşma o ana kadar fazla yoktu. Bizde bu piyasaya ayakkabıyı markalı üretmemiz lazım, tüketicinin markasını bilmesi lazım diye düşündük. Tabi marka yapmak sadece isim koymak değildir. Her yerde ürününüzün arkasında olacaksınız, farklılık yaratacaksınız, rekabetçi olacaksınız. Toplumun ihtiyacını doğru tespit edeceksiniz ve herkesten farklı olacaksınız. Bunları bir araya getirdiğinizde marka olabilirsiniz.
Peki bunu başarmak için neler yaptınız?
Ürünlerimize özellikler katmak istedik. Bu konuda en önemli projemiz, su geçirmez ayakkabı oldu. Adını da ‘Watertight’ koyduk. Başta Avrupa olmak üzere dünyanın her tarafında su geçirmez ayakkabılar çok prestijli ve çok satılan ayakkabılar olmuştur. Türkiye’de bunun eksikliğini hissettik ve bunu gerçekleştirmek istedik. 8 senedir bunu üretiyoruz ve bu konuda farklılık yarattığımıza inanıyoruz. Başarımızın altında yatan en önemli konu bu. Su geçirmez ayakkabı tabi ciddi araştırma gerektiriyor. Bu konuda dünya piyasası bizim için örnek teşkil ediyor. Örneği görünce bunu hayata geçirmek daha kolay. Teknolojiyi alabileceğimz yerleri biliyorduk. Yeter ki bunu yapmaya karar vermiş olalım. Gerektiği zaman dizayn açısından yabancı dizaynırlarla çalıştık, teknik ve malzeme açısından Almanlar’la çalıştık. Watertight ayakkabının üretimini gerçekleştirdik. Gideceğiniz hedefi doğru tespit ettikten sonra bunun arkası da geliyor.
Gelelim ‘Scooter’a. Neden bu ismi seçtiniz?
O dönemde Uzakdoğu ile çok fazla çalışıyorduk. O ülkelerde motosiklet çok yaygın kullanılır. Caddelerde sel gibi akar. Dikkatimi çekti, tüm motosikletlerin arkasında ‘Scooter’ yazıyordu. O kadar çok Scooter gördüm ki, hoşuma gitti. Bir markada olması gereken tüm özellikler de var. Kolay söyleniyor… Hem Türkler hem yabancılar açısından söylenmesi kolay. Soundu güzel, akılda kalıcı. Bu ismi tescil ettireceğim ve marka olarak kullanacağım dedim. Ondan sonra aldığımız karar doğrultusunda ihracatı da kendi koleksiyonumuzla yapacağız dedik ve böyle yapınca hem iç piyasada hem dış piyasada Scooter markası ile adım adım yaygınlaştık. Hem iç piyasada başarı hem son 10 senenin özelliği olan Çin’den gelen ayakkabılarla rekabet açısından bu konumlandırmanın bizim için çok büyük faydası oldu.
Yılda ne kadar üretim ve ihracat gerçekleştiriyorsunuz?
Geçen seneyi yatırım senesi olarak aldık. Bina yatırımı ve özel enjeksiyon makinesi yatırımı yaptık. Geçen sene toplam 10 milyon dolarlık yatırım gerçekleştirdik. Bunun sonucunda üretimimiz yüzde 40 civarında arttı. Günlük üretimimiz 2 bin 500 çiftten 3 bin 500 çifte çıktı. Üretim miktarındaki artış, bize daha fazla ihracat fırsatı yarattı. Ülke genelinde 500 bayimiz var. Bayilerin taleplerini miktar olarak aksatmamamız gerekiyor. Bu nedenle ihracata, üretim kapasitemizden büyük miktarlarda pay ayıramıyorduk. İhracat oranımız yüzde 15 civarındaydı. Bunu yaklaşık yüzde 30’a çıkarmayı hedefliyoruz. Şu anda ihracat oranımız ciromuzun içinde yüzde 20’yi buldu.
Ürünlerinizle nerelere ulaşıyorsunuz?
Yaklaşık 20 ülkeye Sooter satıyoruz. Kendi markamızla satış yapıyoruz, fason üretimimiz yok. İhracat yaptığımız ülkelerin başında İtalya var. Yani ayakkabının merkezine ayakkabı satıyoruz. Amerika, Kanada, Malta, Norveç, İsveç, Hollanda, Yunansitan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya’ya da ihracat yapıyoruz. Bunun yanı sıra Balkan ülkelerinin tamamına; Rusya, Ukrayna ve Türki Cumhuriyetler olmak üzere Doğu bloğu ülkelerine; Suriye, Irak, İran, Mısır, Libya, Dubai, Suudi Arabistan olmak üzer Arap ülkelerine, kısacası özellikle çevre ülkelere ulaşıyoruz. Hedefimiz öncelikle Türkiye’de iyi bir marka olmaktı, bunu gerçekleştirdik. İkinci hedef halkayı genişleterek civar ülkelerde adımızı duyurmaktı. Burada da belli aşamalar katydettik. İşin ilginci Çin’den de talep geldi. Tabi bunu değerlendireceğiz.
Koleksiyonunuzdan bahsedecek olursak…
Koleksiyonumuzu hazırlarken yazlık ve kışlık sezon olarak organize oluyoruz. Her sezonda bin parça kadar ürün sunuyoruz. Bu çok önemli bir rakam. Koleksiyonlarımız tamamen farklı ve kendimize özgü tasarımlardan oluşuyor. Markamızın konumlanmasına, hedef kitlemize uygun tasarımlar gerçekleştiriyoruz. Bunu nasıl yapıyoruz? Öncelikle dünyasaki moda akımlarından bağımsız kalamayız. Bu akımları takip ediyoruz. Hangi ülkeler, hangi markalar, hangi firmalar neler yapmış, tüketiciler neler giyiyor, hangi modelleri tercih ediyor, hangi renkleri seçiyor… Bunları araştırıyoruz. Ayrıca dünyadaki modelcilerle, özellikle en önemli merkez olan İtalya’daki modelcilerle koordinasyon yapıyoruz. Onların fikirlerini, bilgilerini alıyoruz. Sonra edindiğimiz bilgileri kendi model tasarım grubumuzda harmanlıyoruz. Böylelikle Türkiye’de bu koleksiyonu oluşturuyoruz. Bin parçalık koleksiyonu oluştururken, belki 3 bin belki 4 bin parça ayakkabı yapıyoruz. Şu anda halihazırda bayan ve çocuk modellerimiz var. Önümüzdeki sezonlarda bunlar daha da genişleyecek. Günlük, rahat, spor tarzda ürünler sunuyoruz.
Bu kadar geniş bir yelpazenin Tamamına müşterileriniz ulaşabiliyor mu?
Evet, geniş bir kolesksiyona sahibiz. En pratik yöntem internet yani sanal mağazacılık. Sanal mağazamız var. İnternet yoluyla satış gerçekleştiriyoruz. Bayimiz olmayan bölgelerden talep oluyor ya da müşterilerimiz bayilerimizde bulamadığı bir modeli, bir rengi talep ediyor. Müşterimiz herhangi bir modeli, herhangi bir rengi bulamıyorsa bunu sanal mağazamızda bulması münkün. Biz kataloglarımızı da yayınlıyoruz. İnternet sitemize giren herkes o sezonun bütün ürünlerini, tasarımlarını, renklerini, detaylarını görebiliyor.
30 milyon dolarlık otel yatırımı yolda
Kendi sekötrümüzün dışında bir de otel yatırımımız var. 2013 yılında otelimizi faaliyete geçirmeyi planlıyoruz. Konsantrasyonumuzun bir kısmını bu otel yatırımına yönlendrimek istiyorum. Bu nedenle şirket unvanımızı ‘Otelcilik Turizm Sanayi ve Ticaret AŞ olarak revize ettik. Proje Mahmutbey’de, Basın Ekspres Yolu ile TEM Otoyolu’nun kesiştiği bölgede yapılacak. 5 bin metrekare alan üzerine kurulacak otel 5 yıldızlı ve 300 odalı olacak. Yatırım yaklaşık 30 milyon dolara mal olacak. Neden bu alanda yatırım yaptığımıza gelince; Türkiye’de tekstil, ayakkabı gibi emek yoğun sektörlerin geleceğini ne olacağını bilemiyoruz. Oysa hizmet sektörü özellikle İstanbul’da ön plana çıkmaya başlıyor. İstanbul’da yatak kapasitesi açısından çok büyük açık olduğunu gördük. Ayakkabı sunarken her sezon bayi toplantıları yapıyoruz. İstanbul’da düzenlediğimiz bayi toplantılarında genelde otellerde yer bulmakta zorluk çekiyoruz. Bizi motive eden en büyük etken buydu. Ben önce çok direndim, işimiz branşımız değil diye… Ama bu açığı görünce, bu alanda yatırım yapma kararı aldık.
Otel zincirleri ile görüşmelerimiz var. Uluslararası bir otel zincirinin bir parçası olmayı planlıyoruz. Ama zaman neyi gösterir bilemeyiz, kendimiz de işletebiliriz.